18 Aralık 2007

Koyun

Hazır kurban bayramı yaklaşmışken, bir koyun videosu koyayım, hem belki birileri kurban kesmekten falan vazgeçer böyle şirin koyun görünce. Ne kadar can kurtarırsak iyi...



"Biz de koyun olmayalım. Olsak da, bunun gibi bir koyun olalım." Levent Kırca.

15 Kasım 2007

Mola

Ohooo etiketlere bak. Siyaset, yalan, chp, dtp, kürt sorunu, militarizm, milliyetçilik, eeeaah yeterin lan. Bir şey gördüm geçende, onu anlatacam.

Okuldan eve dönüyorum, yorgun argın, karşıdan da bir amca geliyor. Amca da değil, dede sayılır heralde. 70 falan işte. O da yorgun. Hem de o yokuş yukarı çıkıyor, ben aşağı iniyorum en azından. Neyse. Arkadan bir kadın koşuyor, orta yaşlı işte, kızı falan olabilecek bir yaşta, 35 de. Koştu koştu, amcaya hafif bir omuz atarak geçti yanından. Amca önce kısacık bir süre "noluyor lan" diye baktı kızar gibi, korkar gibi de hafif, sonra tanıdık olduğunu anladı bir gülümsedi. Ama çok güzel gülümsedi lan. Mutlu oldum, yaşama sevinci doldum. Budur anlatacağım. Bitti. Dağılın.

15 Ekim 2007

Kişisel su kısıtlamasına hayır?

Çevreyi koruyalım, yok onu yapalım, yok bunu yapalım dedim dedim, ama bir de böyle bir görüş var. Su ile alakalı görüldüğü üzere, ama üç aşağı beş yukarı çevreye zarar veren her şeyde durum böyle takdir edersiniz ki. 8 Ağustos'ta Birgün'ün forum sayfasında okuduğum Doğan Emrah Zıraman'ın yazdığı bir yazıda savunuluyor. Haksız da sayılmaz bir açıdan bakarsak. Biz bu kadar uğraşalım, o kodamanlar çevrenin içine etmeye devam etsin!
O koca şirketlerin çevreye yaptıklarını tabii ki engellemeye çalışacağım, ama o şirketler benim yaptığımın milyon katını yapıyor olsa da, kendim gösterebildiğim kadar özen göstermiyorsam, onlardan da bu özeni göstermelerini bekleme hakkım olmadığını düşünüyorum. Kendim fedakarlık yapmadan o şirketlerin de fedakarlık yaparak kârlarını azaltmalarını hangi yüzle istiyorum ki.
Diye dusunuyorum ben bilmiyorum.

Çevre!

Küresel küresel ısınıyoruz, iklimler değişiyor, buzullar eriyor, sular bitiyor, Orada burada şunu yapın, bunu yapın diye öneriler var bunların biraz önüne geçebilmek için. Ben de naçizane, bişeyler yapmaya çalışıyorum, burada da, blog action day ayağına bunları sizle paylaşacağım. Somut somut, biir bir sıralayacağım çevreye saygı adına neler yaptığımı, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla. Diğer listelerde pek olmayanları bold yaptım, buyrun;

  • Ambalajları geri dönüşüm çöpüne atıyorum. Evde 2 ayrı çöp var yani. Hatta bu işi kapıcı yapmadığı için ben ayrıca taşıyorum geri dönüşümleri, ve kendileri normal çöpten daha fazla çıkıyor, şu zamana kadar çöpe atılıp gittiğine üzülüyor insan.
  • Geri dönüşüp çöpü yoksa da bunları çöpün yanına koyarsanız, en azından şişeleri, kutuları ve kağıtları, birileri alıp satıyor falan bunları, onlara kazanç oluyor hem. İzmir'de mesela böyle yürüyor bu geri dönüşüm işi adeta. Ne bileyim çarşıda dolaşırken falan da mesela, atma çöpe bitmiş kola kutusunu, yanına koy?
  • En azından yatarken televizyonu stand by'da bırakmıyorum, düğmeden kapatıyorum. Daha doğrusu şöyle, wireless modem ve tv aynı çoklu prize bağlı, prizin de düğmesi var, hepsi birden kapanıveriyor.
  • Açma kapama düğmeli çoklu priz kullanıyorum. (eheh)
  • Adaptörleri takılı bırakmıyorum. Çoklu priz kullanırsanız baya kolay oluyor.
  • Duştan önce ısınmadan önce akan soğuk suyu bidona akıtıyorum, elbet kullanılıyo bi şekil, su kesiliyo felan, en olmadı tuvalete dök. (Ankara ya bura, bidonumuz var, sizin yoksa kovaya akıtıverin)
  • "If it's yellow, let it mellow. If it's brown, flush it down!" Bunu da six feet under dizisinde hippie teyzenin tuvaletinde görmüştük, Claire de afedersiniz taşşak geçmişti. Neyse, yani diyor ki; sarıysa, işedinse, bırak kalsın, kahverengiyse, çok afedersin sıçtıysan, sifonu çek. Eheh, tamam o kadar da değil de, sarıysa mesela, sifona birazcık bastırıp 4-5 saniye bekleyince o sarılık gidiyor, şeffaf oluyor, o da olmazsa küçük büyük ayrı sifonları olan klozetler var, ondan alalım? Kahverengi olan için de sifonun içine içi su dolu bi litrelik kola şişesi koyarsak misal, her çekişte 1 litre suyu kurtrmış oluyoruz. (İlki hariç?)
  • Diş fırçalarken suyu kapalı tutuyorum. (ehh..)
  • Odadan çıkarken ışıkları söndürüyorum. (e artık?)
  • Şarj edilebilir pil kullanmaya çalışıyorum, gerçi şarj etmeyi unuttuğum için yolda bakkaldan yine dandik pil alıyorum ama, onu da adam gibi pil toplama yerlerine atıyorum, yani henüz atmadım, ama bulunca atıcam diye saklıyorum, netekim buldum da, ama nerede bulduğumu unuttum, neyse işte, hatırlayınca atacağım. Pil konusunda biraz başarısızmışım, bu maddede bunu gördük.
  • Toplu taşıma kullanıyorum. Gerçi arabam yok, ama olsa toplu taşıma kullanırdım. Valla billa. Haa bak, o yüzden yok zaten arabam, zaten kullanmam yani, toplu taşıma iyi.
  • Kurutma makinası yerine çamaşır ipi kullanıyorum. (aaa?)
  • Bulaşık durularken, su soğuksa, bi kovaya sıcak su doldurup önce onda duruluyorum, sonra da musluktan akan suyla hızlıca duruluyorum. Tabi keşke bulaşık makinam olsa, o zaman daha iyiydi..
  • Birilerinin kullanabileceği şeyleri atmıyorum, o birilerine veriyorum, ya da satıyorum. Bizim burada apartmanın ta orta yerine bırakıyoruz mesela, ihtiyacı olan alıyor.
  • Orada burada kyoto protokolü propagandası yapıyorum, nerede bir imza kampanyası görsem katılıyorum, zor değil, belki bir bok yarar.
  • Cam şişeyi platiğe tercih ediyorum, tabii sonunda geri dönüşüme atmak kaydıyla. (Büyük kola yapın ulan cam şişede!?)
  • Depozitolu şişeyi normal şişeye tercih ediyorum. 2 şişe taşıyıveririm bakkala canım. Valla bak tadı aynı o Efeslerin. Şişesi cool diye öbürünü almayın. Vole de depozitolu bak, o da iyi. Tabi bira olmayan depozitolu şeyler de vardır heralde...
  • Kalan yemeği kediye köpeğe kuşa yediriyorum. Hatta şöyle, orada burada, yiyemediğim bir şey varsa elimde, illa çöpe atmam lazımsa da çöpün üstüne falan koyuyorum. (Gerçi bunun doğayı korumakla pek bi alakası yok, bunu yapmasan da plankton falan yer onu sanırım da, hayvan sevdiğimden ben, yani plankton da tabi iyi de işte, kedi köpek daha bi hoş?)
  • Markete gittiğimde aldıklarımı mümkün oldukça az torbaya tıkıştırıyorum, aldığı kadar da yanımdaki çantaya dolduruyorum. Poşetinizle falan gidin diyolar da, öeh, gülerler adama sanırım.
  • Bakkaldan falan 1 süt 2 ekmek alıp eve gidiyorsam torbaya koydurtmuyorum, elimde taşıyorum. Hem de "torbaya gerek yok" deyince bakkal amcanın yüzü genelde gülüyor.
kandanadamcığımdan otlandım bayağı.

12 Ağustos 2007

Yağmur Duası

Harikulade insan, ebedi onursal Ankara Büyükşehir Belediye Başkanım Melih Gökçek, “Yağmur duasına ateistler karşı çıkıyor” gibi bir şeyler saçmalamış. Son zamanlarda ülke çapında her an karşımıza çıkan “bizden değilsen onlardansın” yaklaşımına şahane bir örnek vermiş. Sen kalk “Allah’ın işi, Allah’ın bu kadar afet vereceğini öngöremedik, öngören varsa gereğini yapsaydı” diye atıp tut, dalga geçer gibi “tatile çıkın” de, 15 yıllık başkanlığında, ne zamandır söylenen kuraklık tehlikesine karşı kıçını kaldırıp iki boruyu döşeme, sonra çıkıp dua et, halk tabii tepki gösterir. Otur işini yap be adam!

Bir de şu var, “modern” kesimde devamlı (mesela akşam haberleri sırasında, evde) karşılaştığım bir yaklaşım; “keh keh keh, yağmur duası ediyorlar yauuw, hiç olacak iş mi?”. Bu yaklaşımın kaynağı, sanırım “Bak bak dincilere bak, yağmuru bile duayla yağdırıcalar akılları sıra, şeriatı da getirir bunlar yakında” korkusu. “Toplumsal cinnet”in bir etkisi yani. (Diğer bir sebep de elleri aşağıya doğru tutmaları olabilir tabi, alışıldık bir görüntü değil, komik geliyor insana.) Allah allah, sen “oğlum/kızım şu sınavı geçsin” diye dua ediyorsun, “deprem olmasın” diye dua ediyorsun, ama şu sıralarda ülkenin neredeyse yarısının en büyük sorunu olan susuzluğun azalması için yağmur yağmasını isteyen insanlar bunun için dua edince bir Cüneyt Arcayürek, bir Tuncay Özkan (ıssız adaya düşsem yanıma alacağım üç şeyden ikisi) edasıyla, “keh keh” diyorsun? Susuzluktan kırılırken bir umutla camiye giden halka tepeden bakıyorsun? Var mı öyle?

Not: Vurgulayayım, bahsettiğim “keh keh” yaklaşımı, halkın camide dua etmesine karşı olan yaklaşım. Yoksa Melih Gökçek’in “dua edin” demesine ben de derim “keh keh”, daha ağır konuşurum hatta, kalbini kırarım.

05 Ağustos 2007

nasıl delirdin lan?

Çok acayip.

Lise’de en büyük korkum serviste Hande Yener çalınmasıydı. Herhangi bir müziğe katlanabilme belirtecim “Hande Yener’den iyidir yau / Hande Yener’den bile kötü abi bu!*” şeklinde idi. ıptıs çaktıs, rezalet bir “eller havaya” müziği yapıyordu bu kadın ve ben tiksiniyordum. Şöyle bir şeylerdi, tabi sorun sözler değil burda, sözleri okuyup hatırlayın şarkılar ne kadar rezaletti diye yazıyorum:

kapına köleyim desen inanır mıyım
yalvarırken seni görsem inanır mıyım
yeni aşk hayatında mutluluk dilerim
dönme sakın geri çok gülerim

(Yalanın batsın, 2000)

vurup kapıyı çıkarken aklın nerdeydi
salladığın hançer kalbime değdi
hala çılgınsın hala unutkan
sana taptığım yıl geçen seneydi

(Sen Yoluna Ben Yoluma, 2002)

Şunları copy paste yaparken bile içim kalktı, çok iğrenç gerçekten. Sana kırmızı çok yakışıyor çıktı sonra mesela, lise bittiydi o sıralarda neyse, ama onu da oralarda buralarda duymak kulağımı kapamam için yeterli oluyordu, hala da duysam kaçarım.

Bu sene olacaklar geçen seneden geliyorum demişti aslında. “Kelepçe” diye bi şarkısı çıktıydı, ben de “oha” dediydim, “bu Hande Yener olamaz”, standartların üzerinde bir türkçe pop şarkısıydı çünkü. Yüksek dediysem, türkçe pop standartlarına göre yüksek, aman yanlış olmasın, çerez olsun diye dinlemekten başka bir amaçla dinlenmezdi şahsımca.

Bu sene de “Nasıl Delirdim” albümü çıkmış. Kibir ve Romeo kliplerinden gördüğüm kadarıyla bu sefer daha da iyiydi, ben iyice şaşırdım, “ulan”, dedim (böyleyim ben, “oha” diyorum, “ulan” diyorum. Terbiyesiz bir adamım.) “dinleyeyim şu albümü.” Bu sefer öyle ortalamanın üzerinde falan değil, hatta pop bile değil, adeta electronic albüm yapmış abla. Eğlencelik falan değil, ciddi ciddi kulaklığı takıp dinliyorum. Altyapılar, nasıl diyor siz, çok “sağlam”. “Şu an erken”de mesela bu altyapı çok belirgin, çok süper, “kurtar beni” o kadar kaliteli ki sevemedim bile, aştı beni. Seni sevi… yorumlar yok, naciye, yalan olmasın falan da oldukça güzel şarkılar. Bir de genel olarak şarkıların sonları çok güzel, çünkü vokaller azalıyor elektronik atraksiyonlar artıyor. Öyle dandik efektler falan da değil, tam da benim istediğim gibi böyle, nasıl anlatsam, bilmiyorum elektronik müzik terimlerini “janr”larını, oturaklı sert elektronik müzik, infected mushroom gibi diyecem çarpılırım diye demiyorum. Korkmasam mesela “aşkın gücü” de depeche mode gibi derim de işte, çarpılmak iyi değil.

Yahu, yeni çıkmış bi şarkıcı olsa ne güzel, güzel güzel dinlerdim de şimdi utanıyorum lan, hande yener bu, “vurup kapıyı çıkarken aklın nerdeğyyydi” diye çığrınıyordu daha 4 sene önce. Teheyy…

*”Hande Yener’den bile kötü abi bu!”, bunu söyleme sayım 3ü geçmemiştir heralde. Yoktu bundan kötüsü yahu, valla diyorum.

28 Temmuz 2007

"evli"

Sözlükte tesadüfen denk geldiğim Banu Güven’in youtube’daki bir görüntüsü var, haber falan sunuyor işte, aşağıya birileri öküzce yorumlar yazmış herhalde ki, başka biri demiş “beyler ayıp oluyor kadın evli”. Hmm.

Sonra yandan başka bir videoya tıklıyorum, orda da aşağıda hemen bir yorum “arkadaşlar evli olduğunu unutmayalım lütfen”.

Ulan! Evli olmasaydı ne olacaktı? O zaman “yavrum yalarım ohş” falan yazabilir miydik? Başka bir adama “ait” diye mi yazamıyoruz? Kadını salla yani, kocasına ayıp. Hassiktirin lan. Yapmacık saygınızı sikeyim.

16 Şubat 2007

Laibach Konseri

Not: Bu yazı bir kamil koç otobüsünde, istanbul-ankara arasında, yanımda bir amca uyurken, takır tukur sesler çıkarıp bütün otobüsü kıl ederek yazılmıştır.

Ön bilgi: Laibach, son albümü “Volk”, bir çok ülkenin milli marşından etkilenilmiş şarkılardan oluşuyor. Kendi topraksız ülkeleri nsk marşı da mevcut tabi.

Bomboş konser alanına girdiğimde korktum ulan burası değil miydi, yanlış mı geldik diye, (zaten yenimelek yazısı da yokolmuş, anlamadım) ama çalınan militarist devrim marşlarıyla doğru geldiğime ikna oldum. Sonra cd standından öğrendik de bu çalan “hej brigade” isimli sloven partizan marşları albümüymüş. Saat 21 civarında bir anda konser alanı doldu (beklediğim doluluk oranına ulaştı diyeyim en azından) Saat 21′i sadece 10 geçe ışıklar söndü ve istiklal marşı çalmaya başladı. (Laibach yorumu değil, bildiğimiz marş) Konsere ülkenin milli marşıyla başlamak. Laibach’a da bu yakışır! Ardından sahneye çıkıp Germania ile girdiler. O bitince perdede beliren kırmızı beyaz çizgileri görünce “aha” dedik, bütün albümü sırayla çalacaklar. Yıldız yerine Laibach amblemli abd bayrakları ve alttan geçen sözlerle America’yı dinledik. “how blind can you get”, “are you heaven on earth, or the Queen of the grave” sözleriyle ABD’nin eleştirilmesi baya alkış aldı tabi seyirciden.

Bundan kafama esenleri yazayım, böyle zor olacak.

Rossiya’da sadece kırmızı sarı grafikler ve uçsuz bucaksız step görselleri vardı.

Rossiya bitince ekran kırmızı oldu, bu kırmızı kan olup akarak beyaza döndü ve ortası laibach amblemli fransa bayrağımızı gördük. Şahsıca albümün en başarılı şarkısı olan Francia’nın (burada renksiz, burada da sesi kötü)konser performansı da en iyilerinden biriydi, Albümde 2.22den sonra başlayan gaz kısım çok güzel daha da gaz hale getirilmiş, ekranlara da inip kalkan giyotinlerle bu gaz maksimuma çıkarılmıştı, bir de klavyeleri daha iyi duysaydık tadından yenmeyecekti.

Italia’da bernardo bertoluccinin la vita bella filminin jeneriği ve filmden görüntüler eşliğinde dinledikten sonra benim için konserin sürprizi sayılabilecek Espana girdi. Albümde zaten genelde bu parçayı atlayan, “hmm Espana başlayınca bira almaya gidelrim, Yisra’el ve Türkiye’yi bira eşliğinde mis gibi izlerim” diye düşünürken ekranlarda yavaş yavaş ispanya bayrağı belirdi (bayrak manyaklığımdan bahsetmiş miydim, neyse bahsederim sonra) ve albümden çok daha sert ve güzel çalarak bira almakla uğraşmamı engellediler. Olan Yisra’el’in ilk bir kaç saniyesine oldu sonuçta. Yisra’el’i de tam hayal ettiğim gibi israil ve filistin bayraklarıyla yapılan grafikel atraksiyonları eşliğinde dinledik, hüzünlendik(m). Laibach logosu yine arada bir yahudi yıldızının bir kısmı ve filistin bayrağının soldaki üçgeni olarak karşımıza çıkıyordu tabi.

Ben “ehelehe Türkiye başlayacak şimdi” derken gerçekten de başladı (ne acayip) ulan neden alkışlamıyor bunlar diye düşünürken seyirciler arkada hilal oluşunca uyandı ve salonda bir alkış koptu. Dikkat ederseniz linkteki videoyu çeken arkadaş da hilaller çıkınca uyanmış. (burda konsere hazırlıklı gelen, grubu, albümü hatim etmiş kişi imajı çiziliyor ama yalan, laibach ismini ilk duymamdan 8 yıl geçmiş olabilir (bak yine) ama müziğini keşfetmem konserin ilk açıklandığı güne rasgelmekte) başında hilal ve yıldızla yapılan atraksiyonlar baya güzeldi, ortalarda kırmızı beyaz kaleydokopumsu çeşitli sayıda köşeli yıldızsal görüntülere pek anlam veremedim açıkçası, sondaki atatürklü kısımda da dev gibi ata ve ataturk yazıları gördük, vokalist de öğrenmiş artık ataturk değil atatürk diyordu. Bayrak atraksiyonunda sadece türkiyede laibach logosu bi yerlere sokuşturulmamıştı, oysa yıldız gayet logo sokuşturmaya uygundu, bu da ilginç bir notumdur.

Zhonghua (çin) ve nippon’u da albümü dinlerken atlıyordum ama bu sefer konserde de atlayasım gelmedi değil. Çin çok sorun olmadı da 7 dakika boyunca japon harfleri eşliğinde nippon dinlemek biraz sıkıcı idi.

Nippon ardından nihayet Slovania başladı, “this one’s for all communists” diyerek zaten slavların ortak milli marşımsısı gibi olan “hej slovani”den esinlenilmiş Slovania çalarken arkada kızıl-siyah dünya haritasında eski doğu bloku sınırlarında geziniyorduk. Bu arada da kocaman harflerle bu slav ve eski komunist ülkelerin şehirleri, kendi kullandıkları alfabelerle geçiyordu. Yalnız Varna ve Sofia neden kiril alfabesiyle geçti anlam veremedik. (ben ve youtube’dan arkadaşlar) Slovania ardından elemanlar gitti ve kısa bir süre sonra nsk çalmaya başladıı, bu “bisimsi”de de nsk logosu ve bilmemkaç dilde nsk vatandaşı olun propagandaları geçti. Bunlarda Türkçe’nin olmaması enteresandı, sen albüme marşı koy, burada bi sikindirik yazıyı yazma.

Nsk çalarken sahne değişti, önde 2 yana 2 perküsyon geldi, ışıklar açılınca anladık ki bunların arkasına da back vokal görevini de üstlenen 2 güzel kız gelmiş. Özellikle sağdaki somurtkan olan bi tuhaftı, konserin kalanının %63ünü ona aval aval bakarak geçirdiğim için bundan sonraki yorumlarım çok sağlıklı olmayabilir Tabi kıza aval aval bakmamın sebebi, çalarken pek hoş atraksiyonlara girmeleriydi.

Bu kısımdan notlar: hiç beklemiyorken Achtung çalarak beni sevindirdiler, beklerken de B Machina ve WAT’ı çalmayarak üzdüler.

Konserin en sonunda yine Laibach’a yaraşır bir atraksiyon vardı, filmmişçesine bir jenerik aktı 2e ekrandan, biri tersteni biri düz olmak üzre. Çıkışta da nsk pasaportları satılıyordu, bir an alıp nsk vatandaşı olasım gelmedi değil, pahalıydı ama, 35€ muydu neydi, çabuk geçti hevesim.

To conclude, gittiğim en farklı ve en güzel konserlerden biriydi bu Laibach konseri, gene gelsinler gene gideyim, içki ucuz olsun kıpırdarım bile belki kıpırdanmalık şarkılarını çalarlarsa, ahah.

Ek: Şu da Türkiye’nin klibi. Afiyet olsun.